Hüsnü Gülzari Efendi
Hüsn-i Gülzârî, aslen Çorum’un Alaca ilçesine bağlı Manişar (Akçaköy)
köyünde ticaret ve hayvancılık yapan bir ailedendir. Dedesi Ali Efendi (ö. 1916),
babaannesi ise Elif Hanım (ö. 1913)’dır.29 Ali Efendi hayvanlarını otlatmak için Müdü
(Bağcılı) köyüne gelmiş ve bölgeyi hayvancılık yapmak için uygun gördüğü için buraya
yerleşmiştir. Ali Efendi Müdü köyünde toprak satın almış, hayvancılıkla birlikte
çiftçilikte yapmaya başlamış ve burada Gülzârî’nin babası Abdulkadir Efendi dünyaya
gelmiştir. Ali Efendi ve ailesi dinî yaşantılarındaki hassasiyetlerinden dolayı köyde
‘‘İmamlar’’ sülalesi olarak tanınmıştır.Gülzârî’nin anne tarafından ataları ise Irak
Kerkük’ten göç ederek önce Yozgat’ın Çiçekdağı’na gelmiş, daha sonra Müdü köyüne
yerleşmişlerdir. Kerkük’ten göç eden Cuma Bey ve Elif Hanım’ın Rabia (Gülzârî’nin
annesi) ve Ali isimli iki çocukları olmuştur.
İmamlar ailesi ve Kerküklü ailenin dînî hassasiyetleri bu iki aileyi birbirine
yaklaştırmış, Abdulkadir Efendi ile Rabia Hanım evlenmiştir. Bu izdivaçtan iki
çocukları olmuştur. Bunlar:
1. Emrullah 2. Hüseyin Tanrıkoloğlu ( Hüsn-i Gülzârî )’dur.31
Gülzârî’nin abisi Emrullah Efendi Müdü Köyü’nden Miyase ( Saniye ) Hanım
ile evlenmiş ve Elif isminde bir kızları dünyaya gelmiştir. Emrullah Efendi askere
gitmiş ve geri dönmemiştir. Hüsn-i Gülzârî, babası Abdulkadir Efendi’nin ısrarı ile ilk
evliliğini abisi Emrullah Efendi’nin eşi Miyase Hanım ile yapmıştır. Bu evlilikten
çocukları olmamıştır.
Miyase Hanım’ın vefatından sonra ikinci evliliğini Hamide Hanım ile yapan
Gülzârî’nin bu izdivaçtan altı çocuğu olmuştur. Bunlar: 1. Kadir (ö. 1996) 2. Elmas (ö. ?) 3. Saniye (ö. 1923) 4. Emrullah (ö. 1924) 5.
Mehmet Ali (ö. 1959) 6. Ayşe (ö. 1987)’dir.
Hamide Hanım 1935’te vefat edince33 Hüsn-i Gülzârî üçüncü evliliğini Nazife
Hanım ile yapmıştır. Nazife Hanım’ın vefatından sonra ise Ümmühan Hanım ile
evlenmiştir. Ümmühan Hanım’ın babası Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesinde çok
tanınan, zengin ve hayırsever olan Abdurrahman Ağa’dır. Abdurrahman Ağa o
bölgedeki medreselere ve öğrencilere yardım eder, ilim ehlini de çok severmiş.
Gülzârî’nin eşinin vefat ettiğini duyunca kendi kızını vermek üzere haber göndermiş ve
nikâh yaptırarak evlendirmiştir. Bu evlilikten Hamide Hanım dünyaya gelmiştir.
Ümmühan Hanım’ın da vefatı üzerine beşinci evliliğini Zühre Hanım, altıncı
evliliğini ise İkbal Hanım ile yapmıştır. Yedinci evliliğini Sungurlu’dan Feride Hanım
ile yapmıştır. Feride Hanım dul, yaşlı ve kimsesiz olduğu için Gülzârî ile evlenmeyi
kendisi talep etmiştir.34
Netice itibariyle Hüsn-i Gülzârî’nin yaptığı evliliklerden dört kız ve üç erkek
olmak üzere yedi çocuğu olmuştur. Mensup olduğu ailenin dînî hassasiyetleri doğal
olarak Gülzârî’nin de hayatına yansımıştır. Babasının talebiyle iyi bir medrese eğitimi
alan Gülzârî, tasavvufa yönelmiş ve çocuklarını da bu tasavvufî ortam içerisinde
yetiştirmiştir.
Hüsn-i Gülzârî medrese tahsili sonrası camilerde hatip olarak görev yapmaya
başladı. Fıkıh ilmini çok iyi bilirdi. Etkili bir hatipti. Uzun yıllar medreselerde ders
kitabı olarak da okutulan ve Anadolu halkının elinden düşürmediği Yazıcıoğlu Mehmet
Çelebi (ö: 855/1451)’nin ‘‘Muhammediye’’ ve Yazıcıoğlu Ahmed Bican(ö:
870/1466)’ın ‘‘Ahmediye’’ (Envâru’l-Âşıkîn) adlı eserlerini kendisi sürekli okur ve Eyyüp Fatih Şağban, İpek Yolu, Göksu Ofset, İstanbul 2002, s. 17; Şağban, Gülzarı Hüsnüya, s. 18.
15
hatiplik yaptığı camilerde halka anlatırdı. Bu eserleri okuduğunda manevi feyiz aldığını
belirterek herkesin okuması gerektiğini söylerdi.52
Kırıkkale ilinin Hüseyin Beyobası’nda yaşayan Seyyit Hasan Necati Efendi’nin
âlim bir zat olduğunu duyan Gülzârî Müdü Köyü Cami’sinde hatip olarak görev
yaparken Hasan Efendi’yi ziyaret etmek ve tanımak ister. Maneviyatta aldığı bir emirle
Haydar Pehlivan, Koca Halil ve birkaç arkadaşıyla birlikte Kırıkkale’nin Delice
İlçesi’nin Sarıkaya Köyü’ne irşat için gelen Seyyit Hasan Necati Efendi’yi ziyarete
gider.
Yolculuk esnasında Gülzârî’nin arkadaşları sen âlimsin, sen intisap edersen biz
de seninle birlikte intisap ederiz, derler. Sarıkaya köyüne vardıklarında Hasan Efendi’yi
ziyaret ederler. Öğle ezanı okunur ve oradaki cemaat camiye giderler. Hüsn-i Gülzârî
şeyhin kerametinin olup olmadığını düşünerek oradan ayrılmaz. Bu sırada Hasan Necati
Efendi: ‘‘Oğul, keramet göreceğim diye namazdan, cemaatten kalacaksın. Çalış,
kerametin kendinden olsun. Haydi, şimdi birlikte camiye gidelim’’ der. Bu olaydan ve
Hasan Efendi’nin halinden etkilenip utanan Hüsn-i Gülzârî, camiden çıktıklarında
arkadaşları ile birlikte Seyyit Hasan Necati Efendi’ye gönlünde hiçbir tereddüt
kalmadan intisap eder. Önce medrese eğitimi
alan Gülzârî, bu eğitim kendini yeterince tatmin etmediği için Seyyit Hasan Necatî’nin
zikir halkasına girip O’nun irşâd ve terbiyesine teslim olmuştur. İlim ehli olan Gülzârî
tasavvufa olan isti’dadı ile birlikte Sülûk yolunda on iki esma ile meşgul olmuş, hayli
zaman ibâdât, riyâzât ve mücâhede ile vaktini geçirmiş, şeyhine karşı muhabbeti ve
teslimiyetiyle birlikte şeyhinin muhabbetini kazanmıştır.
Seyyit Hasan Necatî Efendi’den irşad icazeti alan ilk isim Mehmet Aslıyüce
Efendi (ö. 1343/1926)’dir. Mehmet Efendi 1861 yılında günümüz itibariyle
Kırıkkale’nin Delice ilçesine bağlı Büyük Yağlı Kasabası’nda doğmuştur. Asılları
Türkmendir. Zühtü Efendi, Kırşehir’in Himmetuşağı Köyü’nden Büyük Yağlı
Kasabası’na göç eden Himmetoğulları ailesine mensuptur. Babasının ismi Mustafa
Efendi’dir. İyi bir medrese eğitimi aldığı ve hafız olduğu bildirilmiştir. Kendisi gibi
âlim olan Yusuf Efendi ile birlikte otuz sene Büyük Yağlı Kasabası’nda hem Kur’ân
hem de tekke hizmeti vermişlerdir.
Mehmet Efendi’nin yaşı itibariyle iri yarı heybetli esmer bir zat olduğu ve Hüsni
Gülzârî ile aralarında derunî bir muhabbetle birbirlerini zaman zaman ziyaret ettikleri
nakledilir. Vefatına yakın dönemde Mehmet Efendi dervişiyleriyle Hüsn-i Gülzârî’yi
ziyaret etmiş. Bu ziyarette Gülzârî’nin oğlu Kadir Efendi heybetli ve muhabbetli
gördüğü Mehmet Efendi’ye hürmet ve muhabbetle yönelmiş ve hizmet etmiştir. Bu
durum üzerine Mehmet Efendi şöyle demiştir: “ Oğlum Kadir, Allah’ın aşkı kimini
şişirir, kimini pişirir. Beni şişirdi babanı da pişirdi. Sen yönünü babana dön, ben de
dervişlerimi babana teslim etmeye geldim. Benim vaktim yakındır,” dediği
nakledilmektedir.
Çok kısa bir zaman sonra Mehmet Efendi hastalanır ve Hüsn-i Gülzârî’nin
Mehmet Efendi’yi ziyaretinde zikir meclisi kurulur ve Hak esmasına gelindiğinde
Mehmet Efendi vefat eder. Nakledildiğine göre Hasan Necatî Efendi ve Hüsn-i Gülzârî
yıkama ve defin işlerini birlikte yapmışlar ve Mehmet Efendi 1926 yılında Büyük Yağlı
Kasabası’na defnedilmiştir. Şeyhinden önce vefat eden Mehmet Efendi yerine halife
bırakmamıştır.
Mehmet Zühdî Efendi’nin vefatından sonra Gülzârî’ye hilafet makamına geldiği
ve vazifelendirileceği söylendiğinde ‘‘şeyhim beni kanatsız uçuracak’’ diyerek ağladığı
nakledilir. Kanaatimizce bu tavır Gülzârî’nin hilafet makamının ağırlığını bildiğinin
işaretidir.
Hüsn-i Gülzârî 1930 yılında Seyyit Hasan Necatî Efendi’den irşad icazeti
almıştır.68 İcazet almasıyla birlikte irşad faaliyetlerine başlamış ve bu devir İmam
Hüseyin devri olacak diyerek tekkesini yıkıp oda şeklinde tekrar yaptırmıştır. SungurluDelice
yol güzergâhı üzerinde bulunan köy odasında hem yolculara hizmet vermiş hem
de irşad faaliyetlerini devam ettirmiştir.
İmamlık vazifesini çok seven Gülzârî bu vazife karşılığında ücret talep etmediği
gibi caminin masraf ve giderlerini de karşıladığı nakledilir. Sakin yapılı, yumuşak huylu
ve yardım sever olduğu için herkes tarafından sevilirmiş. Kur’ân okuyuşu, dinleyenlere
tesir edermiş.Çoğu zaman namazlardan sonra Şûrâ suresinin son ayetlerini okurmuş.
Hüsn-i Gülzârî’nin yaşadığı çevrede sevilen, ilmine itibar edilen, güvenilen,
inanılan ve hükmüne razı olunan bir insan olarak toplumsal barış ve huzurun
sağlanmasında önemli bir yere sahip olduğu ve aynı zamanda ihtiyaç sahiplerinin de
müracaat ettiği bir mekân olarak oluşturduğu evinin büyük bir odasında, ihtiyaç
sahiplerinin maddi ve manevi ihtiyaçlarını gördüğü nakledilmektedir.
Hüsn-i Gülzârî’nin odası hem konaklama hem zikir hem de sohbet için
kullanılırmış. Evine çok sık misafir gelir ve gelen misafirleri en iyi şekilde ağırlamaya
çalışırmış ve bu odadaki berekete gelenler şahit olurlarmış. Ortaya bir miktar yemek
gelir ve odasında hizmet eden Süleyman Efendi (Sülük Dede) acaba bu yemek
misafirlere yetecek mi diye düşünmesine rağmen, yemekler yenir ve doyulurmuş.
Gülzârî, bazen oğlum Süleyman yemeğin suyunu çok koyun dediğinde Süleyman
Efendi çok sayıda misafirin geleceğini anlarmış ve düşündüğü gibi olurmuş.
Seyyid Hasan Necatî Efendi yaşadıkları dönemin tarikatlar açısından sıkıntılı bir
dönem olduğunu söyleyerek, Gülzârî’yi uyarmış ve O’na şu tavsiyede bulunmuştur:
‘‘Oğlum biz ders isteyenlerin isti’datına bakardık, kabul edilirlerse de genellikle bir gün
sonra tarikat dersi verirdik. Şimdi Cumhuriyet dönemindeyiz ve sen ders isteyen
herkese ders ver. İki kişi gelse de birine ders verip diğerine vermesen seni şikâyet
edebilir.’’
Yaşadığı dönem dini hayatın yaşanması konusunda zor bir dönem olsa da
Gülzârî asla pes etmez ve her daim irşad faaliyetlerine devam eder. Gülzârî’nin
amcasının torunu Bahri Tanrıkol ilk Kur’ân ve tecvit eğitimini köyün derelerinde ve
bahçelerinde çok zor şartlar içerisinde Hüsn-i Gülzârî’den aldığını dile getirmiştir.
Hüsn-i Gülzârî torunları olan Hacı Efendi ve Necati Efendi’nin düğünlerinde
katılım çok fazla olduğu için çevre köylere de misafirler dağıtılmış, tarlalarda ve köyün
tepelik bölümlerinde de zikir halkaları kurulmuştur. Düğün bile olsa icra ettiği
periyodik zikir halkasını da ihmal etmemiştir. Hüsn-i Gülzârî her ne kadar baskı ve
zulüm olsa da faaliyetlerinden geri durmamıştır.
Netice itibariyle, hayatını Kur’ân ve irşad hizmetine adamış olan Hüsn-i Gülzârî
bir taraftan yokluk ve hayatın zorluklarına, diğer taraftan da devletin baskı ve
sıkıştırmalarına maruz kalmıştır. Ancak her dönemde say ve gayretiyle çevresine ve tüm
insanlara İslam’ı anlatmaya ve insanları irşada çalışmıştır.
0 yorum: